Lozan Antlaşması, modern Türkiye’nin sınırlarını belirleyen bir barış antlaşmasıdır.
Yunanistan, Türkiye ve Birinci Dünya Savaşı’nda ve Küçük Asya Harekâtı’nda (1919-1922) savaşan ve Sevr Antlaşması’na katılan diğer ülkeler ile daha önceki antlaşmaya taraf olmayan SSCB tarafından 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan kentinde imzalanmıştır.
İmzalanan antlaşma, söz konusu üyeler arasında 7 Kasım 1922 tarihinde başlatılan bir konferansın sonucuydu.
Antlaşma metni, daha kısa bir metin olan ve 30 Ocak 1923’te daha önce imzalanan Lozan Sözleşmesi’ni de içeriyordu.
Antlaşmanın imzalanmasıyla neredeyse eş zamanlı olarak Türk tarafı, yasal statüsünü revize etmek amacıyla Antlaşmanın şartlarını sistematik olarak ihlal etmeye, gerginlikler ve ciddi olaylar yaratmaya başlamıştır. Doğu Ege’deki Yunan adalarını askerileştirme hakkına ve Yunanistan’ın Takımadalar’daki kayalık adacıklar üzerindeki egemenliğine sürekli olarak itiraz etmektedir. Böylece aradan geçen yıllar boyunca Türkler, en azından azınlıklar konusunda, Antlaşma’nın dayattığı dengeyi Yunanistan’ın aleyhine bozmayı başarmışlardır.
İmroz ve Bozcaada’da Türkiye özel özyönetimi yok sayarak her iki adaya da birer Türk vali, yargı, gümrük, polis ve liman idarelerine de Türk memurlar atamış ve seçilmiş tüm yerel yöneticileri görevden almıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen 1927 tarihli 1151 sayılı Kanun ile adaların özerk statüsü kaldırılmış, Rum Okulu kapatılmış, Rumca öğretimi yasaklanmış ve Hıristiyanlar sürekli ve amansız bir zulüm altına alınmıştır. 1964 yılında Türkiye, Milli Güvenlik Servisi’nin 35 sayılı gizli kararıyla kötü şöhretli ‘eritmeprogramı’nı uygulamaya koymuştur. Programın uygulanması, adalardaki toplam nüfusun %90’ından fazlasının Hıristiyan olmasına rağmen, bugün çoğunluğu yaşlı olan Yunan kökenli nüfusun sadece %1 civarında kalmasına neden olmuştur.
Türkiye ayrıca Antlaşma’nın din, eğitim ve hayır kurumları kurma ve denetleme özgürlüğüne atıfta bulunan 38 ila 44. maddelerini de ihlal etmiştir. Konstantinopolis Ekümenik Patrikhanesi bir dizi zulüm, kundaklama, saldırı, entrika, müdahale, ekümenikliğinin inkarı, aşağılayıcı davranışlar ve Galata’daki Meryem Ana ve Kurtarıcı İsa Kilisesi gibi önemli Hıristiyan kiliselerinin ele geçirilmesiyle karşı karşıya kalmıştır. Türkiye bu çabasında, tüm ailesiyle birlikte Türk gizli servislerinin bir aracı olan sözde papa Efthym’den bir müttefik buldu [4]. Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapatılması, gurbetçi ve Rum öğretmenlerin görevden alınması, derslerin çoğunun (başlangıçta) Türkçe ve daha sonra Yunanca dışında tüm dillerde okutulmasının dayatılması ve bir Türk subayı tarafından verilen özel bir “askeri” dersin eklenmesiyle Hıristiyanların eğitimi yerle bir edildi.
Azınlık-Yunan Sosyal Yardım Vakıflarının satın alma, bağış ya da miras yoluyla yeni gayrimenkul edinmeleri yasaklandı. Türkiye, Ekümenik Patrikhane’nin tüzel kişiliğini tanımaktan vazgeçti ve bu karar Patrikhane mülklerinin yönetimi ve temsilinde büyük sorunlar yarattı. 1935 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen 2762 Türkiye’deki Rumların medeni ve siyasi hakları, Rum nüfusun yok edilmesini amaçlayan bir dizi hedefli tedbir ve eylemden etkilenmiştir. Yüzlerce Rum bankalardan, kamu hizmetlerinden ve büyük işletmelerden ihraç edilmiştir. 2007/1932 sayılı kanunla müzisyenlik, fotoğrafçılık, marangozluk, terzilik, berberlik, garsonluk ve hatta sokak satıcılığı da dahil olmak üzere 30 meslek Rumlara yasaklanırken, Rumları Türkiye’yi terk etmeye zorlamak amacıyla diğer meslekler de kademeli olarak yasaklandı. 2525/1934 sayılı kanunla Türkiye’deki Rumlar soyadlarını değiştirmeye zorlanmış ve 1939’da tüm Rum spor kulüpleri Türk kulüplerine katılmaya zorlanmıştır. Aynı zamanda “Vatandas Turkcekonus”, yani “Vatandaş Türkçe konuş” sloganı altında kampanyalar düzenlenmiş ve Yunanca konuşan, yani Türklere hakaret ettiği iddia edilen herkes “Türklüğe Hakaret” suçundan yargılanmıştır. Mayıs 1941’de, İkinci Dünya Savaşı vesilesiyle yirmi etnik Rum azınlık askere alınmıştır. 4305/1942 sayılı Kanunla, ekonomik kalkınmayı sağlamak amacıyla “Varliki” olarak bilinen Rum Hıristiyanlara fahiş vergiler yüklenmiştir. Yorucu vergileri birkaç hafta içinde karşılayamayanlar ağır işlere mahkum edildi.
Türkiye’nin antlaşma ihlalleri politikasının doruk noktası, Türk Hükümeti’nin yönetiminde gerçek ve evrensel bir pogromun gerçekleştirildiği 6 Eylül 1955 gecesi oldu. O gece 20 Hıristiyan öldürüldü, yüzlerce kişiye tecavüz edildi, 2.600 Hıristiyan evi, 4.340 dükkan, 73 kilise, 26 Rum okulu, üç Rumca gazete tahrip edildi, yağmalandı ve yakıldı ve Hıristiyan mezarlıklarına baskın düzenlenerek mezarlar soyuldu. 1964 yılında Türkiye’nin Türk-Yunan Ticaret Anlaşmasını feshetmesi, Lozan Antlaşması ile korunan İstanbul’un yerlisi yaklaşık 12.000 Yunan vatandaşının sınır dışı edilmesine neden olmuştur. 1964 ve 1966 yılları arasında 48,000’den fazla Rum Türkiye’yi ve evlerini terk etmek zorunda kaldı.
Dünyada yaygın olan görüş, bütün bu zamansız olayların, çeşitli dönemlerde, Lozan Antlaşması ile korunduğu varsayılan Türkiye Helenizminin çektiği acılara sessiz tanıklık eden Yunan hükümetlerinin duyarsız, hatta yenilgiye uğramış bakışları altında gerçekleştiğidir.
Revizyonist güçlerin Antlaşmayı tahrik etmekten ve istismar etmekten vazgeçmediği bir dönemde, Yunanistan için Lozan Antlaşması uluslararası meşruiyetin pusulası, dış politikanın temeli ve ülkenin uluslararası hukuk ilkelerine tutarlı bağlılığının rehberi olmaya devam etmektedir.